AHMET DOĞRU İLE ŞİİR ÜZERİNE
Kısaca
kendinizi tanıtır mısınız?
1975, K. Maraş Pazarcık doğumluyum. İlköğrenimimi
memleketim Osmaniye’de tamamladım. Düziçi
Anadolu Öğretmen Lisesi’nde ortaöğretimimi, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat
Öğretmenliği bölümünde, 1998 yılında, lisans eğitimimi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimler
Enstitüsünde Türkçe Eğitimi alanında da yüksek lisans eğitimimi tamamladım.
Öğretmenliğe 2000 yılında Osmaniye’de başladım. Halen Osmaniye Anadolu Lisesi’nde Türk Dili ve
Edebiyat Öğretmenliği görevini sürdürmekteyim.
Edebiyat çalışmalarına lise yıllarımda Güneysu dergisinde yayınlanan yazılarla
başladım. Çeşitli edebiyat dergilerinde şiir ve yazılarım yayınlandı. Yazmanın
yanı sıra dergicilikle de uğraştım; Çınar
dergisinin sanat danışmanlığını, Patlıcan
Mizah dergisinin yayın koordinatörlüğü yaptıktan sonra Baykuş Dikey Duruş gülmece edebiyat ve Su Edebiyat dergilerini çıkardım ve genel yayın yönetmenliklerini
üstlendim. Şimdilerde de yeniden yayınlanmaya başlayan Güneysu dergimizin genel yayın yönetmenliğini yapıyorum.
Ay Adası (2000), Dünya
Döngüsü (2012) ve Aşkın Kaleleri (2014) adlı yayınlanmış üç şiir kitabım
var.
Şiir nedir, ne değildir?
Şiiri edebiyat muallimi olarak tanımlarsam; “şiir, sanatlı bir
dille tabiata, insana ve kendine söz söylemeye kalkışma sanatıdır” derim. Şair
olarak şiire tanım getirecek olursam, bu imkân dâhilinde olur mu bilmem; çünkü
her yazdığım şiir, yeni bir tanımı gerektirir. Benim gözümde her şiir, kendine
has bir varoluş sergilemektedir. Bunu fark ettiğimde eserlerini çocuklarıyla
aynı kefeye koyarak onlara da evlat muamelesi gösteren sanatçıları biraz
anlayabildiğimi sanıyorum. Bunun yanında şiir, bende bir telaşın adıdır.
Zamanla nefes nefese bir yarış içinde koşturan âdemoğlunun telaşı. Vakitleri
yetiştirme, nakit algısındaki çağın en önemli sorunu. Şiir de bundan müstağni
değil. Dolayısıyla şiire tam bir tanım yapmak yerine şiir algısı
üzerinde durmak gerekiyor.
Şiirin hududunu her yeni şair ve her yanı tanım biraz daha
bulanıklaştırıyor. Muamma daha da büyüyor. Zannımca tanım ve tasvir çerçeveleme
işidir. Bu fikri sabiteyi keşfettiğimden beri tanımla anlamlandırmak yerine,
tefekkürle ya da tahlille anlamaya çalışıyorum. Şiire yeni başladığımda
“filanın ya da falanın tarifine öykünerek ben de bir tanım da bulunabilirim”
havasındaydım, ne ki şiir duygusu ve şairlik olgusu derinleştikçe tanımın
güçleştiğini, söyleyeceğim sözlerin de şiir denilen mücerret kavram karşısında kifayetsiz
kalacağını hissettim.
“Şiir ne değildir” sorusu, bu bağlamda daha anlamlı ve daha
faydalı oluyor. Çünkü mevcudun içindeki olmamış tarafları görerek “ne değildir”
için çok şeyi çok net söyleyebiliriz. Benim anlayışıma göre okuduğum şiir, “bunu
herkes yazar” gibi bir ifadeyi dillendirmemeli; eğer bunu dillendirmişse şiirde
ciddi noksanlıklar vardır. Bu şiirin şiirliğinden kuşkulanılmalıdır. Yine
okuduğum şiir, “bunu ben de yazarım” dedirtirse orta düzeydedir. Üzerinde
çalışma gerektirmektedir. Eğer okuduğum şiir, “bunu bundan başka kimse yazamaz”
dedirtirse kaliteli bir şiirdir. Baş tacı edilmelidir. Buradaki nahif nokta
yazılanların şiir niyetiyle yazılması ve içinde samimi, hakiki bir duyguyu
barındırmasıdır.
Şiirde
fikir konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Şiiri şuurdan ayrı düşünemeyiz. Şuursuz bir şiir olmaz. Her şiir, bir düşüncenin aksülamelidir. Ahmet Haşim’in bülbül örneği üzerinde durulur genelde bu soru sorulunca. Ahmet Haşim, bülbülü eti için yemekten dem vurur. Bülbülün eti yenmez, bülbülde et yoktur… gibi bir mana çıkarılmamalıdır bundan. Bülbülün eti neyse, şiirdeki fikir de odur. Bülbülü canlı kılan o ettir, şiiri de canlı kılan içindeki fikir. Fikri ifade için sloganlarla örülü şiir yazmak, kusur; bir vaiz edasıyla kuru hikemiyet, nasihlik zayıflık kabul edilebilir. . Bu durumda şiir sadece eti görünen kuş gibi olacak, estetik unsurlarından yoksun kaldığı için çirkin görülecektir.
Şiirde fikir olmalıdır. Şiir, fikir mayasında mayalanmalı;
rayihası, tadı ve kısmen şekli de fikri işaret etmelidir. Bu alandaki
sıkıntımız, şiirle meşguliyeti ve mesaisi olmamış birinin çıkıp ideolojisini
şiirle yayma eylemine kalkışmasıdır. Şiirde fikrin çok fazla öne
çıkartılması, diğer unsurların etkisini azaltır ve şiiri kuru bir gürültüye dönüştürür.
Kısaca ahenk, sanat kadar fikir de olmalıdır; oranlar dengeli olursa şiir pek
âlâ olur.
Şiir ve ahlak konusundaki görüşünüz nedir?
Edebiyatın temelinde edep vardır. Sanatı iyinin güzelin alanı olarak görüyorsak, toplumun hüsnükabul gösterdiği ahlakın da şiirde olması gerekir. Diğer türlüsü zaten üretildiği kültür içeresinde vücut bulamaz. 1940’larda edep sınırlarını zorlayan, fakat dönemin makbul gördüğü kimi itibarlı şairlerin ahlak dairesine sığmayan şiirleri bugün çoktan unutulmuştur. Öte yandan şiir, sanat türleri içinde en eski tür olmakla birlikte ilk örnekleri de ilahi türünde dualardır. Hatta münacatıyla ilk şairin de Hz. Âdem olması muhtemeldir. Yalnız bu şairlik peygamber mesleğine helal getirecek türden değildir Bu, Havva’ya duyulan özlemle, Allah’a güzel bir yakarışın şairliği olmalıdır diye, düşünürüm.
Şiirin örtüsü ahlaktır. Kelime libasının şeklini ve niteliğini
ahlak ölçüleri belirler. Şiir soylu sanattır ve soylu kelimelerle yazılır. Argo
kelimeleri, şiir kabul etmez. Şiirdeki ahlak narhı döneme göre değişim
gösterebilir. Değişmeyen ise şiirin ahlaki daire içerinde beslenip
gelişmesidir.
Şiir
ve ilim konusunda neler söylemek istersiniz?
İlimsiz amel makbul değildir. İlmin farziyeti, sanat dairesinde de
geçerlidir. Kültürümüzün evveliyatında şair öncelikle söz söyleme ilmini
öğrenmeliydi; belagat, hitabet… diye birçok alan vardı. Mektepli şairler için
bu bir mecburiyetti. Alaylı şairler de usta çırak ilişkisi içerisinde gerekli
ilmi zaten alıyorlardı.
Günümüz şiirinde özellikle I. Yeni denilen Garip Hareketi sonrası
birçok insan ilimsiz şiir yazma cesaretini kendinde gördü ve okumadan yazdığını
söyleyen müteşair takımı oluştu. Şair ilim alanında ne kadar derinleşir,
sözünün niteliği de o paralelde derinleşir. Her ne kadar Üstat Necip Fazıl:
“Ver
cüceye onun olsun şairlik
Şimdi
gözüm büyük sanatkârlıkta” der, lakin bunu da şiirle söyler.
Yukarıdaki
görüşlerinize eklemek istediğiniz bir husus var mı?
“Halka ağzın sırrını her dem kılır izhâr söz
Bu ne sırdır kim olur her lahza yoktan var söz”
Fuzûlî'ye ait sıkça tekrarladığım bir beyit. Sözün
görkemini bana en çok anlatan beyit bu. Yoktan var etmenin daimîliğini nahif bir
şekilde dile getiriş. Hele de sözdeki mucizevîliği vurgulaması… Sanırım sözün
gücü bundan daha iyi ifade edilemez. Mevlana'nın “her şey 'Ol' sözünün
üstündedir” mealindeki mısraını saymazsak tâbii. Sözün gücünü, en iyi şiirin
gösterdiği bu örneklerle de açıkça gösteriyor kendini. Şiir, bu sebeple daima
gözde bir sanat olmuştur. Bunun idame ettirilmesi, şairin sorumluluğunda
olmalıdır. Dış destekle, dışardan verilecek himmetle şiir korunmaz. Şiiri, şair
korur; şairi ise “marifet iltifata tabidir” sözündeki hakikat!
Günümüz şiiri için de bir şeyler demek isterim: Şiirimiz, dergiler
sayesinde varlığını koruyor. Her dergi bir şiir ocağı gibi çalışıyor, nice
şairi edebiyatımıza kazandırıyor. Gazete şiiri gittikçe tükeniyor, bu da eğitim
düzeyindeki nicel artışın göstergesi. Dolayısıyla teveccühler dergi şiirine ki dergi
şiiri gümrahlığını arttırıyor. Her yeni dergiyi yeni şair, yeni şiir olarak
karşılıyorum. Şiirimizin içinde bulunduğu durumdan dolayı yer yer endişelerim
olmuyor değil. Çoğu kez gittikçe tüketime odaklanan, ticari şiir anlayışının
ivme kazandığını düşünsem de ümitli tarafımı besleyen gelişmeler de oluyor. En
önemlisi bütün olumsuzluğa rağmen hâlâ yürekten, gönülden şiirler yazılmaya
devam ediliyor.
Sorularımızı bütün içtenliğinizle cevaplandırdığınız için bir yürek dolusu teşekkür ederim.
Durdu Şahin sorularına muhatap olduğum için ben teşekkür ederim.
Mülakat: Durdu ŞAHİN
Yorumlar
Yorum Gönder